Türkiye’de Heterodoks Politikalar

  • 2.11.2022 22:09

Türkiye’nin son yıllarda yönetim sisteminin değişmesiyle birlikte atılan adımların şekli de değişmeye başladı. Alınan kararlardan ve atılan adımlardan anlaşılacağı üzere az kişinin, belki de tek bir kişinin tasarrufu olduğu anlaşılmaktadır. Son yıllarda yeni ekonomi modeli olarak da adlandırılan bu adımların, Ortadoks olarak nitelenen, tüm dünyada genel kabul görmüş geleneksel iktisadi yöntemlerle bağdaşmadığı, elde edilen sonuçlardan anlaşılmaktadır. Yönetim şekli ile beraber alınan ekonomik kararlar, genel kabul görmüş bir ekonomi literatüründen bağımsız olması, ekonomik karar alıcıların heterodoks politikalar izlediğini göstermektedir. Aslında bu bir iddia değil bizzat ekonomi yönetiminin söylemidir.

Geleneksel iktisadi teorilerin haricinde uygulanan politikalara Heterodoks Politikalar dendiğini önceki yazımızda değinmiştik. Heterodoks diye belirtilen yeni ekonomi modelinin ülkemiz para biriminin değerinin düşürülmesi suretiyle cari fazla vermeyi amaçladığı ekonomi yönetimince açıklanmıştı. Fakat ülkede uygulanan yeni model sürprizlere açık sürekli yenilikçi politikalarla cari fazlanın artırılması bir yana cari açığın alarm verecek seviyelere ulaştığı gözlemleniyor. Genel kabul görmüş politikaların dışındaki uygulamalar olan Heterodoks Politikalar için ülkemizden örnekler bu yazının içeriğini oluşturacaktır.

Aslında Türkiye’nin uyguladığı iktisadi politikaların heterodoks olup olmadığını ülke içinde ve ülke dışında konunun muhatapları tartışırken Hazine ve Maliye Bakanı daha geniş bir kavram seti ile Ortadoks politikaların uygulanmadığını ve ülkemize özgü Heterodoks politikaların izlendiğini belirtti. Ülkemize özgü deyince hemen akıllara devletin yönetilmesinde Türkiye’ye özgü başkanlık sistemi gelebilir. Zira orada da her şeyin kararını tek başına veren ve hiçbir denge denetlemesi olmayan bir başkanlık sistemini bize özgü diye kabullenmiştik. Şimdilerde ekonomide kendimize özgü kararlar verirken, ülkede dünyaya kıyasla üretim payı sürekli düşmekte, yatırımların verimliliği yerine ihalelerin sağladığı yolsuzluklar ayyuka çıkmakta, halk geleceğinden emin değil, enflasyon kendi rekorlarını kırıyor, fakirlik ve yoksulluk her yeri sarmış ve gençlerin ülkeden ümidi kalmamış bir haldeyiz. Galiba dendiği gibi bu fakirleşme ve yoksulluk da bize özgü. Kendine ait her yetkiyi verip, alınan hiçbir kararın sorgulanmadığı bir toplum halindeyiz.

Çıktığı günden bu güne birçok tartışmanın merkezinde olan Kur Korumalı Mevduat ürünü ile faize “nas” deyip kaçınan ekonomi yönetimi, apaçık düşük faiz uygulamasına gitmiştir. Olası kur artışına karşın ise KKM ürününe güvence vermiş, kur kaybını bizzat hazine yoluyla garanti etmiştir. Döviz alma gücü olan az sayıda varlıklı insanın taahhüt edilen faizini bankalar karşılarken kur farkını hazineye yükleyen ekonomi yönetimi, her bir vatandaştan kendisine hizmet etmek taahhüdü ile aldığı vergileri mevduat sahiplerine transfer etmiştir. Yani milyonlarca asgari ücretli verdiği vergilerle zenginleri finanse eder duruma gelmiştir. Dünyada eşi olmayan bu politikanın uygulayıcılarına KKM’nin başladığı gün ile bugünkü kur farkını hatırlatmak yerinde bir talep olacaktır.

Merkez Bankasının sürekli düşürme eğiliminde olduğu politika faizi ile kurlar, sürekli yükseliş trendi yakalarken dünyanın en büyük eksi faizi Türkiye’nin olmuştur. Ekonomideki kırılganlığın yanında sürekli artan kur ve enflasyonun ölçülemez seviyelere gelmesi yine bahsi geçen Heterodoks Politikaların ürünüdür. Faizlerin düşürülmesi ile Merkez Bankasından sadece bankaların kredi kullanabilmesi arasında da doğrudan bir ilişki olduğunu vurgulamak çok önemli bir durumdur. Zira Merkez Bankasından düşük oranla borçlanan bankalar yüksek oranla kredi kullandırırken karlarını önceki yıllara göre katlayarak faaliyetlerine devam etmişlerdir. Ancak burada bankaların karlılığı ile birlikte verilen oranlar aldatıcı olabilir zira ülkemizde yapılan tahminlerin dahi tutmadığı bir enflasyon oranı vardır. Dolayısıyla her ne kadar bugünkü politika faizi ile borçlanan bankalar bunun üç katı oranla kredi verseler de enflasyondan arındıramadıkları için derin bir zararın içinde olmaları kuvvetle muhtemeldir. Zira enflasyonu resmi rakamlara göre %80’lerde olan ülkede %40 ortalama ile kredi vermek tam anlamıyla zarar etmektir.

Düşük faizler ile sadece bankaların karlılığı fark edilince ise Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun yeni tedbirleri beraberinde geldi. Düşük faizli kredinin piyasaya kullandırılmamasının önüne geçmeye çalışırken alınan kararlar serbest piyasaya büyük ölçüde darbe vuran kararlar oldu. Üretim seviyelerinde yaşanan düşüş bankaları daha da temkinli hale getirirken kredi kullanmak neredeyse imkânsıza yaklaştı. Her ne kadar BDDK kredi kullandırılmasının yolunu açmaya çalışsa da bankalar kendilerine özgü önlemler alarak frene basma konusunda kararlılar. Bu durum ise piyasaların nakit ihtiyacının karşılanmasını güçleştirirken ekonomiyi durma noktasına doğru sürüklemektedir.

Her geçen zamanda daha da düşük faizi isteyen ekonomi yönetimi 2021 bütçesi ile yeterli gelmeyen harcamalarını %100 e yakın artırırken faiz giderlerinde de gözle görülen bir fark gözlemlenmiştir. Bütçe faiz giderleri 2021 yılında yaklaşık 181 Milyar $ iken, 2022 yılında yaklaşık 240 milyar $ ve 2023 bütçesinde ise 330 milyar $ ile rekorlarını tazelemiştir. Elbette bu oranlar toplam bütçe rakamı ile değerlendirildiğinde anlam ifade eder.

Cari fazla verebilmek için ihracatçının ithalattan daha fazla mal satması çok önemlidir. Türk Lirası bu kadar değer yitirmişken cari fazlanın hayali bile görülmedi. Mevcut ihracatçıya da satılan mal karşılığı elde edilen dövizin bir kısmının bankalarda tutulması kararı, her geçen gün ekonominin yürüyen çarklarını zora sokmaktadır.

Ülkede yaşanan yüksek enflasyon tüm sektörleri etkilediği gibi tarımsal üretimi de etkilemiştir. Artan girdi maliyetleri çiftçiliği bitirme noktasına getirmiştir. Daha önceleri tarımsal üründe ihracat yapan Türkiye, kendi temel gıda maddelerini üretemez hale gelmiştir. Eksik kısmın ithalat yoluyla temin edilmesi ise ilave maliyet olduğu gibi sağlıkta bir takım riskleri beraberinde getirmektedir. Bu riskler ise uygulanan Heterodoks Politikaların sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Topumun yoksulluğu kabullenmeden hakkını araması, fakirliği değil yüksek refahı arzulaması ve istemesi, gençlerin hayallerinin peşini bırakmaması çok önemlidir. Zaman bizim için geçmektedir. Gelişmiş ülkelerin vatandaşlarının bizden farkı yoktur. Bizim toplumumuz da bir o kadar çalışkandır. Ancak gelişmiş ülkelerde devleti yönetenler toplumun tamamının hakkını gözetir ve kararlar buna göre alınır. Bizim ülkemizde de devlet vatandaş için var olduğunun bilincinde olmalı ve adil ve şeffaf bir yönetimi sağlamalıdır. Belirli bir zümreye tahsisliymiş gibi olan devlet yönetimi adaleti rehber edinmeli, herkesin fikrine açık olmalı, bireysel hak ve özgürlükleri gözetmeli, insanı merkezine almalı ve toplam refahı yükseltecek politikaların uygulanmasına bir an önce geçmelidir.

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Son Haber (www.duzcesonhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.