MUTLU İNSANLAR KÖYÜ..

  • 19.09.2022 13:53

 

Ben bazen kendimden kaçmaya ihtiyaç duyduğumda Bolu Dağındaki Hayrettin Tokati Hz türbesinde beni çeken sarıp sarmalayan bir haz ve mutluluğa kaçıyordum.

Geçen günlerde gittiğimde o beni sarmalayan mütevaziliğin yerine başka bir duygu aldı beni. Yıkılmıştı her yer. Ben daha fazla yıkıldım.

O eski camii yeri yıkılmış. Ahşap bir mekan yapılacakmış.  Camii içerisindeki küçük mescitte dua etmek bana çok iyi geliyordu.

‘’Edep ya hu’’ derken girişte.

Tam bir turistik mekana dönüşmek üzere buda beni derinden üzdü.

Eski hazzı, muhabbeti ,duyguyu, hissi ne derseniz deyin adına elektiriği alamadım.

Bazen kafamı alıp gitmek istiyordum. Ben şimdi nereye gideyim der gibiyim.

Diyorum ki;

Toplasak tası tarağı

Kapatsak telefondaki tüm hesapları akıllı telefonu 2. El telefoncuya satsam eski tuşlu bir telefon alsam onu da ihtiyacım olduğunda açsam, kaçsam diyorum.

Beni hiç kimsenin bilmediği bir yere yerleşsem. Bazen yalnızlıktan koksam.  Lambada titreyen alev üşüse de sobaya odunu atarak ısınsam.

Güneşten aldığım enerji ile aydınlanma ve diğer ihtiyaçlarımı gidersem.

Güzel olmaz mı?

Küçük bir bahçesi, içerisinde birkaç meyve ağacı yanından bir dere aksa ve alabalık yetiştirsem ..

Bahçesinde köpeği, kuşburnular, alıçlar dikelim yaban fidandan

Küçük bir sera yapsam bahçeye. Biraz da domates, biber ,marul fasulye falan.

Televizyon olmasa, internet olmasa. Küçük bir radyo TRT’yi çekse yeter.

Akşam erken yatıp gece kalkıp dedem gibi ‘Allah’ diye diye dersimi çeksem.

Sabah ezanıyla uyanmayıp sabah ezanını bulunduğum ortama okusam..

Esselatu hayrun minen nevm, "Namaz uykudan hayırlıdır’’ deyip uyandırsam doğayı.

İlk önce bahçeye inip yaban otlarını toplarken ihtiyaçtan ne fazla ne eksik biraz önce sabah ezanını dalında dinlemiş çiğ düşmüş biberlerden 2-3 adet toplasak bir domates bir salatalık, bir tutam maydanoz ve Allah ne verdiyse.

Kümese baksam Tilki’ler uğramamış ise 1 yumurta alsam..

Yufkamı ıslatıp çobanlardan aldığım peynir ve süt ile bir kahvaltı yapsam.

Sonra çıkıp ağaçları sulayıp ,naneleri toplayıp ,fesleğenleri bir çocuğun başını okşar gibi okşasak

Ayağımız toprağa bassa, ütüsüz elbise giyme özgürlüğünü tatsak.

Gelen geçenle selamlaşsak.

Etrafımızda kuş sesleriyle, kuzu seslerinin içinde bana gitme diyen iki keçim olsa.. Uzun kulaklı.

Veranda da üşüyerek bir öğlen yemeği atıştırsak yanında odun ateşinde  az şekerli bir çay. Ve şeytan otu yaksak.

Mısır unundan küçük fırında ekmek pişirip fasulye turşusu kavursak.

İkindi vakitlerinde asma çardağı altında gelenlerle sohbet etsek.

Arı vızıltıları ve lavanta kokusu getiren akşam esintileri ve zaman su gibi akıp gitmese.

Kucaklaşan gönül sohbetleri uzasa. Akşam namazını cemaatle beraber kılsak.

Gün batınca akşam olunca  haya edip her şeyi gören ve bilen Allah’tan çeksek perdeleri

Sobayı yakıp fırına kartol ve kestane atsak.Üstünde ıhlamur fokur fokur kaynasa.

Kıvrılıp miskin bir kedi gibi yerdeki mindere ve kucağında dostun arkadaşın kedin Duman ile iliklerimize kadar uykuya dalsak. Rüyalar görsek.

Diyorum ki gitsek buralardan. Emin ol ruhum bir çıkış yolu arıyor.

Ardımız da lüzumsuz telaşları bıraksak gözü yaşlı.

Sırt çantamızda yeni dalından toplanmış peteğinden süzülmüş huzur.

Tek derdimiz bugün yumurtlamayan tavuk olsa.Birde yaramazlık yapan tilkiler.Birde korktuğumuz yaban hayat.

Kuşların yediği domates,ayıların yediği alıçlara üzülsek,ıslanan odunların zor yanmasını dert edinsek.

Üç kök kabağı tüketme adına sabah kızartmasını, öğlen dolmasını akşam yoğutlamasını yesek ve yetişemesek kabağın bereketine.

Ne trafik gürültüsü ne siren sesi ne bir yere yetişme arzusu olmasa.

Tüm bu kargaşayı şehirlere bıraksak kaçsak.

Ağrıyan başımızı, ağaran saçlarımızı, kırışan yüzümüzü ve kaz ayaklarını ve yorgun ve yılgın ayaklarımızı alıp gitsek.

Kirlenmiş ruhumuzla hemen yarın çıksak yola ardımıza bakmadan.

Ağrı kesicilerimizi, mide haplarımızı bıraksak ecza dolabında başbaşa.

Yola koyulsak.. Yol açık.

Diyorum ki;

Bırakıp dünyayı sevenlerine gitsek buralardan

Ne varsa bizi yaşamaktan alıkoyan

Arkamıza bakmadan her şeyi ardımızda  bıraksak..

Kaçsak kendimizden. Bizim olmayan bizden.

Kendimize gelsek.

Gelmesek te olur geriye.

Hatta mutlu insanlar köyü kursak..

Mutluluktan ölmesek de yaşayarak mutlu ölsek..

Nereden mi aklıma geldi bu yazıyı yazmak.

Haber sitesinde aşağıdaki yazıyı okudum.

Kanadalı bir çift, çocukları görme yetisini kaybedeceği için dünya turuna çıktı. Doktor tavsiyesiyle çocuklarını görsel anılarla meşgul etmek isteyen çift, Türkiye'de de bir ay geçirdi.

Kanadalı Edith Lemay ve Sebastien Pelletier çiftinin, dört çocuklarından üçüne retinitis pigmentoza teşhisi konmuş.

Gece körlüğü veya tavuk karası diye de bilinen rahatsızlık, zamanla görme yetisinin kaybolmasına yol açan kalıtsal bir göz hastalığı ve tedavisi maalesef yok. Semptomlar genellikle çocuklukta başlıyor. Çoğu insan  bu hastalıkta en nihayetinde görme yetisinin çoğunu kaybediyor.

Aşık Veysel gibi daha önce iki ablasını almış olan çiçek hastalığı nedeniyle gözlerini kaybeden Aşık Veysel, hastalığını kendi ağzından şöyle anlatmıştı.

Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.

Diyerek derdini anlatan Aşık Veysel gibi.

 

Ölümü çiçekler içinde daha az günah daha fazla kul olarak karşılamak için bir tura çıksak.

Özümüze dönsek.

Çaresi olmayan ölüme hazırlansak.

Ahiret hayatı turuna çıkmadan önce..

Ne dersin?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Son Haber (www.duzcesonhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.