- 17.04.2023 10:03
Neşet Ertaş'tan hayat boyu kulağa küpe olması gereken bir öğüt; “Şahsınıza karşı haddi aşan, hududu geçen, küstahlaşanları, altın olsa kesenizde, bal olsa kâsenizde tutmayın...
Bir hududullah vardı ve ademoğlu bu sınırlar içinde yaşamalı idi. Haddi aşmak o çağlarda kimsenin aklına geçmezdi.
Fakat haddi aştıkça yaratıcı alemi yaratanın kendi olduğunu bize defaatle hatırlatmaya devam etti.
Mustafa Kutlu Mavi Kuş kitabında şöyle demiş.
Bir ruh terbiyesinden bahseder.
Hayatın her alanından iğneden ipliğe bir terbiye, hudud, adap var.
Mesela evleri ele alalım. Bu evler sokağa değil, avluya bakar. Sokağa dönük yüzünde, insan boyunu aşan duvarlarında pencere dahi yoktur. Çokluk taştan yapılır ve sağırdır. Sokağa bakan kafesli pencereler bu taş kısmın üzerinde yükselen ikinci katta bulunurlar.
Evet, ev bahçeye, yani içe açılır. Burası mahrem bir alandır. Çiçek, meyve, sebze, havuzda su ile bir bakıma tabiatın devamıdır. Güzel ve ferahtır. Saydığımız unsurlarla tezyin edilmiştir. Evin dış görünüşü sade ve vakurdur. Tezyinat evin içindedir. Oymalar, ahşap bezemeler, göbekli geçmeli tavan süsleri, yüklük ve çiçeklikler hep bu iç güzelliği hedef alır.
Bu incelik ve âhenk büyük-küçük, baba-oğul, ana-kız, konu-komşu, usta-çırak, şeyh-mürit, hoca-talebe münasebetlerine de damgasını vurmuştur. Çırak bir gün usta, oğul bir gün baba olacağından yetişmesine itina gösterilir.
Ağalık, beylik, hocalık, şeyhlik dahi bir hududa kadardır.
Haddi aşmak hiçbir şekilde hoş görülmez. Haram, helal, mekruh, müfsit, mubah, farz, sünnet, müstahsen, mendup, edep, hizmet, hürmet, merhamet, şefkât, sabır, şükür, bid`at, örf, âdet, gelenek-görenek-mizaç sayılmayacak kadar kıymet hükmü belli bir denge içinde fert ve cemiyeti çekip çevirir.
Öyle ki, helaya girme âdabından, sofraya oturma âdabına kadar.
Bu ahlâk, düzen ve hiyerarşiyi değiştirecek, zedeleyecek her davranış, düşünce, tutum; hastalık ve bozulma alameti sayılır; zamaneden şikâyet edilir, durumun düzelmesi için kanun-ı kadime dönmek salık verilirmiş.
Elbette ki bir değişim yaşanmakta ve taşranın yekpâre zamanı kenarından köşesinden delinmektedir amma, bu o kadar yavaş seyreder ki, değişim hissedilmez bile.
Evler, bahçeler, ustalar, çıraklar, günler, geceler hep birbirine benzer. Sanki tornadan çıkmış gibidirler. İşte yine yanıldınız. Bu tıpkı dört fâilâtün ile yazılan şiirleri hep aynı sanmak gibidir. Oysa o şiirlerin içine eğilip bakmak lazımdır. O zaman görülür ki, Fuzûlî ile Bâkî; Hayâlî ile Zâtî farklı insanlardır ve farklı şiirler söylemişlerdir.
Her şair gibi her usta, her ev, her mescit, her hoca, her ağaç, her duvar ayrı birer şahsiyettir. Taşranın âhengi bir yeraltı nehri gibidir. Üstündekileri besler, büyütür ama gücünün sırrını açığa vurmaz. O sebeple zâhire değil, bâtına bakmak lazımdır. Bu da elbette özel bir terbiye ister. Ruh terbiyesi.”
Zaman değişmekte eskilerden, geçmişten dem vururken Z kuşağı geçmiş geçmişte kaldı. Dediklerine şahit oluyoruz.
Fakat ailede haddi aşmak suyun bardağı aşması gibi, suyun taşması gibi sayılır oldu. Buda aileyi peşpeşe gelen depremler gibi sarstı.
Neşet Ertaş ne demişti. Kadınlar insandır.
Erkekler insanoğlu.
Baba hududdur.
İnsanoğlu hududu aşmaması gerekir.
İnsanlar da..
Yorum Yap